Bir araştırma görevlisi (asistan) ne iş yapar, ne iş yapmaz?
Mevzuata göre görevleri ve yapması gerekenler;
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33. maddesi şöyle diyor;
Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma,
inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır.
“Yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevler” ibaresi o kadar muğlak bir ifade ki, bu muğlaklıktan ötürü bir araştırma görevlisine bir başkasının “tezini düzeltme” görevi bile itelenebilir. Açalım biraz;
Öncelikle yetkili organlar neler, kimler? Dekan, ana bilim dalı başkanlığı, dekan yardımcıları, fakülte sekreterliği, öğrenci işleri, yazı işleri. Bunlar yetkili organ. Peki bu yetkili organların hangisine yardım etmekle mükellefiz? Neden bu net sayılmamış, zor muydu?
Diğer muğlaklığa geçeyim; “yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve ilgili diğer görevler.” denmiş. “Ve ilgili diğer görevler” deki “ve” bağlacı önemli, “veya” denmemiş “ve” denmiş. Yani diğer görevlerin kapsamına “araştırma-inceleme-deneyle” ilgili işler girmeli. Bu da muğlaklığın ağa babası ve sorun da buradan çıkıyor. İlgili diğer görevlere öyle şeyler sokulur ki akıl almıyor.
Örnekleyeyim;
1) Sınav kağıdı okuma: Araştırma görevlileri sınav kağıdı okur, araştırmanın önüne geçmiştir bu, çılgın gibi kağıt okunur. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde idare hukuku sınavına 3200 öğrenci giriyor düşün aga. Kağıt okumak bir araştırma görevlisinin görevi midir? İnceleyelim. Sınav kağıdına verilen nottan kim sorumlu? İlgili dersin öğretim üyesi. İlgili sınavdan dolayı sınava giren öğrenci sayısına göre “sınav ücreti” alan kim? İlgili dersin öğretim üyesi; yani yardımcı doçent, doçent, profesör, okutman ya da öğretim görevlisi. Yetki, sorumluluk onlar da ama araştırma görevlisi kağıt okur, sınav ücretini onlar alır. Pek güzel, müthiş. Sınav kağıdı okumak bir araştırma görevlisininin alan bilgisine ne kadar katkı yapar? Elbet bir miktar yapar. Peki bunu yaparken kaybettiği vakit? Aman canım bir kağıt okuma var onu da yapıverin dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle izah edeyim sana zaman kaybını.
1 vize 1 final olan dönemlik sistemi düşünelim. 1. vize 7. haftada. Vizeye 1 hafta kala soru hazırlama süreci başlar. Vizeler en az 9-10 gün sürer. Bu 9-10 gün boyunca sınavlarda gözetmenlik yaparsınız ve başka hiçbir şey yapmaya mecaliniz kalmaz, vizeler bittiğinde de en az 1 hafta kağıt okuma sürer. Finaller 2 hafta sürer, yine aynı süreç ve kağıt okuma. Finali bitirir açıklarsın bütünleme sınavları başlar, bütünlemeleri okursun bu sefer. İkinci dönem de aynı muhabet. Bu işin bir de yaz okulu var. Yaz okulu vizesi-finali ve bütünlemesi.
“Size yazın tatil değil mi?” diyen çok kişiyle karşılaştım. Değil abi, senelik 20 gün iznimiz var. Bildiğin 657 muhabbeti. 10 sene sonra 30 günlük izne hak kazanıyorsun.
2) Gözetmenlik: “Gözetmenlik de mi yapmıycan ulan it” dediğini duyar gibiyim, sakin ol şampiyon. Bu sınavların yapılması gerektiğini, sistemin işlemesi gerektiğini biz de biliyoruz. Sınav öğretim elemanı tutanağında “dersin öğretim üyesi” bölümü vardır. Gözetmen araştırma görevlileri hariç dersin hocası da oraya imza atar. O tutanağın amacı sınavda bulundum demektir. Kaç hoca sınav süresince sınavda bulunuyor? Bir fakültede sınavı varken, diğer fakültede sınav yapanlar var. Bir insan aynı anda iki yerde olabilir mi? Olamaz sanırım ha? İkinci konu ise hafta sonu sınav görevleri. Cumartesi-pazar günü neye dayanarak görevlendirilme yapılıyor? İdari personelden biri haftasonu görevlendirilecekse görevlendirmeyle ücret alırken araştırma görevlileri neden alamıyor?
3) Derse girme: Bir araştırma görevlisinin derse girmesi mevzuata göre yasak. Ama buna rağmen öğretim üyesi yetersizliğinden, ya da hocanın sorumsuzluğundan dolayı araştırma görevlileri derse giriyorlar. Adam yaz okulu açıyor, 2 hafta derse gelmiyor, araştırma görevlisini yolluyor bir de utanmadan üstüne dersin parasını alıyor. Başka fakülteden gece dersi alıyor iki kat ücreti var diye ve asistanını yolluyor. Ulan bari adamı 15 km uzağa yolluyorsun, yol parasını ver hayvan. Öğrenciler için de felaket bir durum. O öğrenci neden araştırma görevlisinden ders alsın ki, ben daha doktorasını bitirmemiş adamım. Neden hocadan ders almak varken alanında kendini ispatlayamamış bir araştırma görevlisinden ders alsın öğrenci?
4) Ortaya karışık işler: Sınav programı hazırlama, gözetmen listeleri hazırlama, fakültenin web sitesinin ingilizce çevirisi, Bologna girdileri zulmü, hocanın yönlendirdiği yüksek lisans-doktora öğrencilerine kaynak bulma, tezlerini-projelerini okuma, erasmus-farabi işleri, yatay-dikey yapacak öğrencilerin puanlandırmaları, kütüphane düzenlemesi ve sayamadıklarım.
Bir sürü üstümüze vazife olmayan iş.
Araştırma Görevliliğinin İyi Yanları
Kılık-kıyafet: aslında 2547 sayılı kanunda hüküm bulunmadığı hallerde 657’ye tabi olmamıza rağmen akademik hayatta kılık-kıyafet rahattır. Meclis garsonu gibi 7/24 takım elbiseyle gezmeniz gerekmez. Saç-sakal sıkıntı değildir. Tabi bunların sıkıntı olduğu ve askeri düzen gibi işletildiği yerler de var.
Mesai saati: Sabah 9 akşam 5 muhabbeti yok. İşin doğasına aykırı. Sonuçta vatandaşlarla birebir muhattap olduğunuz tapu dairesi gibi bir yer değil. Bir araştırma görevlisi kendi akademik faaliyetlerini mesai saati içerisinde pek yapamaz. Gelen-giden idari işler vs. Bu sebeple iş geceye kalır. Çoğu fakültede gece odaların ışıkları yanar. Gece 2’ye kadar teziyle uğraşmış adama sabah 9’da iş başı yap diyemezsiniz. Mantık şudur, idari iş varsa yap, yeter ki yap, saat kaçta yaptığının önemi yok. Aksi olarak sabah 9’ta imza almak suretiyle yoklama yapılan yerler de var.
Sevdiğin işi yapıyorsan iyi agacım. İş garantisiyle bu mesleğe adım attıysa bir titrin olur, profesör de olursun lakin titri isminden evvel gelen niteliksiz biri olur çıkarsın.
Bu çizdiğim tablodan araştırma görevlileri mesleklerini mükemmel yerine getiren ve bilime inanılmaz katkılar yapan kusursuz çalışanlar algısı uyanabilir. Elbette ki böyle değil, ama olanlar da var.
Ve sen öğrenci dostum, “bizim bölümde bi asistan var, amına kodumun artisti, punduna getirip sikicem belasını, hocadan havalı pezevenk” isyanını duyar gibiyim. Evet var böyleleri, n’apalım var işte. Bildiğin insan lan, göt insan var da göt asistan olmaz mı? Kağıtları biz okuyor olabiliriz, ama nihai değerlendirme bize ait değil. Lütfen bir dersten bir puanla kaldığımızda anamızın mesleği hakkında yorumlar yapma.
Akademisyenlikte hiyerarşiyi iliklerine kadar hissedersin, hocana bağlısındır. Tezine danışmanlık edecek hocan, savunmana girecek hocan, sana not verecek olan hocan. Bu sebeple mobbing’e fazlasıyla açık bir meslek. Bir de mevzuatın muğlaklığı eklenince iş iyice boka sarıyor.
Aslında iş karşılıklı saygı ve anlayışla işlediğinde tadından yenmiyor. Yani idari açıdan alt pozisyonda olan bir yönetilen olsak da verilen işler bir dayatma edasıyla değil de kibarlıkla verilse emin ol çoğu araştırma görevlisi daha iyi sarılacak işe. Bu iş motivasyon işi, aynı binadasın, aynı kurumdasın. Sürekli azarlanan, iş itelenen biri mi daha verimli olur kendisine saygı gösterilen biri mi?
Son olarak işin parasal boyutuna gelelim. Eski bilim adamlarına, hocalara baktığınızda genelde varlıklı ailelerin varlıklı çocuklarıdır. Ülkemizde de böyle, İstanbul-Ankara’nın eski hocalarına bakın lütfen, kaçı Anadolu çocuğu?
Kafada hayatı idame ettirme kaygısı olmadan bir işe-uğraşa odaklanmakla, tezini yazarken öğrenim kredisi borcunu nasıl ödiycem kaygısıyla odaklanmak arasında muazzam fark var. Bugün bir araştırma görevlisi son Ocak 2014 zammıyla 23oo TL maaş alıyor.
Gel ufak bir hesap yapalım: Çoğumuzun öğrenim kredisi geri ödemesi var, aylık 150 TL. Elektrik, su, doğalgaz, internet, cep telefonu faturası ve kiraya da aylık en iyi ihtimalle 800 diyelim. Etti 950 TL. 2300-950 TL=1350 TL kaldı. 30’a bölersek; günlük 45 TL bütçen var. Bu 45 TL ile yemek yiyeceksin, ulaşımı aradan çıkaracaksın, kitap alacaksın, sempozyuma-panele-konferansa gideceksin, kıyafet alacaksın, e hayvan değilsin ya tiyatro-sinemaya gitmek isteyeceksin, ayda bir kere dışarda yemek yemek isteyeceksin. 45 TL aga. Ahahahaha
Bu meslek para kazanma mesleği olmayabilir ama bu meslek acıların mesleği de olmamalı. 35’le görevlendirilip daha hayatında 50.000 TL’yi bir arada görmemiş genç insanlar 50.000 TL ile 100.000 TL arasında değişen rakamlarla senetle borçlandırılmamalı. Sonra bu adamdan bilimsel üretime katkı bekleyeceksin ha? Olur, tabi.
Bu yazımdan çıkarılacak sonuç, “tamam lan maaşınız 3500 TL olsun, cebimizden verelim yeter ki sus” değil. Maaşlar düzelince birden araştırma görevlileri çılgınlar gibi üretecek değil, ama daha verimli olacağına eminim. Dediğim gibi hayatı idame kaygısıyla bilim kaygısı birlikte gitmiyor. Açık öğretim, ösym görevleri gelse de cebimize 3 kuruş girse diye dolanan tipler olduk çıktık.
Tüm araştırma görevlilerine gelsin, yürüyün : )
http://www.youtube.com/watch?v=AkFqg5wAuFk
İnsanların kariyeri 2 dudak arasında olursa bizleri böyle kullanırlar
Bilimsel gelişme bir ülkenin ilerlemesinde olmazlarsa olmazlardan çağımızda. Üniversiteler de araştırma ve çalışmalarıyla bunda büyük etken. Sadece kendi işini yapmakla yükümlü kılınan bir araştırma görevlisi muhakkak daha başarılı olacaktır.
ayrıca yazı gerçekten gerçekçi ve komik olmuş…ne kadar durum içler acısı olsa da…
bu yazıyı okuduktan sonra acaba şu araştırma görevlisi işini bir daha mı düşünsem dedim??? ne biliyim
1.5 yıldır araştırma görevlisiyim bugün yaptığım işlerden sonra, ciddi ciddi bizim yükümlülüklerimiz neler, nelere hayır yapmayacağım diyebilirim derken…yazın cuk oturdu arkadaşım. eve yarım saat önce geldim. Bugün 1 aydır dayatılan 1200 kişinin 65 soruluk ölçek maddelerini programa girme görevimi bitirdikten sonra, hayır bu işi yapacak vaktim yok dememi sağlayacak yasal dayanak arama sürecine girdim. Bölümdeki tek ar. gör olarak haftasonu formasyondan, haftaiçi vize, final bütünlemeden, yazışmalardan ve sigaram bitti al gel benzeri şeylerden bıktım. potansiyel durum şu ki; yaz döneminde formasyondan ders ücreti alacak olanlar tatildeyken derslerine girmek istemelerine hayır demek istiyorum…cebimde para mı? yok!
Haftasonu 10.00-23.00 mesaisi yapmıs bir asistan olarak çok taze hislerle okudum bu yaziyi. Bir kelime abarti bile olmamasi durumun vehametini tekrar hatirlatti bana. Ve bundan daha vahim olani ise kendin bile kendine değer vermekten vazgeciyorsun bu baski ve zulum karsisinda, alisip gidiyorsun ve gün gelip sende o elestirdigin” insanciklar” dan biri oluveriyorsun farkinda olmadan. Yazik hayat mi bu?
Sorunlarımızdan bahseden birini görmek çok güzel. Aynı aşamalardan aynı zorluklardan geçip öğretim üyesi hocaların da bu duruma bu kadar kör olması da bir o kadar üzücü.