Çevrenizden belki duydunuz; “ben aslında kamyon-tır-otobüs şoförü olmak istiyordum da…” ile başlayan cümleler. Ancak bu cümlenin altını doldurabilmek için ne yaptın diye sorsan aynı kişiye, “heves işte” der geçer. Ancak bu kardeşiniz agacım, emek etti, anasını-babasını karşısına aldı, 8 ayını yollarda kamyon-tır şoförleriyle geçirdi, zincir taktı, tırcı parkında şoföre menemen yaptı, şoför abdest alırken asgari su sarfiyatı için ibriği şoförün uzuvlarıyla eş değer hareket ettirdi… Hey yavrum… Çaaaakkale Çucuuuyuz, azimliyiz, bok işin ustasıyız. Size eşit ağırlıktan lisans programı yerine kamyon-tır şoförlüğüne yerleşmeyi düşündüğüm süreci anlatayım.
Sene 2003 aga, lise son sınıf. 32 kişilik sınıfta herkesin aklında bir bölüm belirmiş ama bende bir şey yok. Yani bir lisans programına ilişkin beliren bir şey yok. Oysa kafam ne yapacağım konusunda net, sadece hangi araç olacağını seçemiyorum. Otobüs mü, kamyon mu yoksa tır mı? İnce ince planlamaya başladım lise sonun ilk aylarından itibaren her şeyi. Yalandan anamın-babamın yazdırdığı dershaneye gidiyorum ama arka planda Prison Break’in Michael Scofield’i, OZ’un RyanO’Reily’si, Yılan Hikayesi’nin Kürşat’ıyım. Anama-babama çevreme karşı sinsiyim. Çevreden “hangi bölüm” diye soran olursa yapıştırıyorum hemen hukuku. Nasıl da hoşlarına gidiyordu.
Hangi aracı kullanacağıma ilişkin tercihimde önce otobüsü eledim, hem de kaptanlarla hiç konuşmadan. Otobüste yapamazdım, muhatap olunacak çok fazla insan vardı ve en dandik firma olan Öz Doğu Star Dağlardağı Bayırlar Bayırı Turizm’de çalışacak olsam bile gömlek ve kumaş pantolon giymek zorunda kalacaktım. Hem Cumartesi-Pazar’ım, resmi tatilim olmayacak hem de 657’li gibi kumaş pantolon-gömlek giyeceğim. Direkt eledim ve kendimi özgür kamyoncu-tırcı ortamına salıverdim.
Kamyoncu ve tırcıları doğal ortamında gözlemlemek ve etkileşime girmek için ilk işim nakliyatçılar lokaline gitmek oldu. Allah’ım nasıl heyecanlıydım, bir gün öncesinden muhtemel tüm soru-cevap senaryolarına göre kafamda diyaloglar oluşturdum. Uyuyamadım gece. İçeri girdim, sigara yasağı yok o zaman agacım. Ortam kış aylarındaki Bolu rampası gibi, göz gözü görmüyor. Boş masanın birine geçtim oturdum. Önüme de masanın üzerindeki ŞOK gazetesini çekiverdim. Sık sık gazeteden gözlerimi kaldırıp etrafa baktım. Kimleri kağıt, kimileri okey oynuyordu. Ahh o argo, ahh o samimi küfürler, ahh o tabirler. Sevinçten çıldıracaktım Ya Rabbi! Bir 20 dakika kadar kimse benle ilgilenmedi.
Abinin biri “babana mı baktın len” dedi. Hah, işte karar anı. Dün gece kafamda yaşadığım tüm diyaloglar, tüm ihtimaller. Hadi oğlum bu aleme giriş cümlen, en güzelini seç derken kısacık bir süre durakladım. Hayır, bu aleme bir yalanla başlayamazdım. Şoförlüğümü bir yalan üzerine inşa edemezdim. En azından tüm yalanlarım, bu meslek için söylenecek beyaz yalanlar olacaktı. Dürüstçe giriş yaptım, “abi ben sizin gibi şoför olmak istiyorum, tanışmak için geldim dedim.” Dikkatler bana kesildi aga, masalardaki kafalar bir bir bana döndü ve abi “biz burada yabancıları sevmeyiz evlat” dedi. Şaka demedi. “Bok var bizim meslekte, siktir git okumana bak” dedi. Çok bozuldum ama vazgeçemezdim. “Abi ben çok hevesliyim ve meraklıyım, bu merakımı da gideremezsem buradan ayrılmam vallahi. Bana mesleğinizden bahsedin, zorluğunu-kolaylığını anlatın bari” dedim. “İyi” dedi arka masadan bir abi. “Dışarıda çeşmenin önündeki kırmızı benimki, git yıka gel senle konuşucam” dedi. Aga adam cümlesini bitirmeden uçtum oradan dışarı çıktım, çeşme musluğuna hortum takılıydı zaten. Belli ki yıkama işleri burada yapılıyordu. Bana bu emri veren Mithat Abi birden benim Miyagi Usta’m oluvermişti. Cilala-parlat replikleri ile tıra giriştim. Nasıl yıkıyorum ama, “hadi oğlum kalibre, bu senin ilk imtihanın, zerre-i miskal leke olmayacak leke” diye kendimi gazlıyorum. Abarta abarta yıkadım, lokale girdim, “yıkadım abi” dedim. “Sen bekle ben bir kontrol edeyim” dedi çıktı dışarı. İçeride ölüm sessizliği, kimse benle konuşmuyordu. Ben bu olaydan sonra en çok tek ders sınavından geçip mezun oldum mu diye heyecanlanmıştım. Mithat Abi içeri girdi ve “afferin len dada” dedi. Gururlandım. Liderleri Mithat Abi’ydi belli ki, gözler hep onun üzerindeydi. Sürekli onun hareketlerine göre pozisyon alıyordu diğerleri. Adamımı bulmuştum, Mithat. Sen dur Mithat, benim olacak bu lokâl.
Dershaneye gidiyorum ayağına soluğu lokalde alıyorum aga. O zamanlar şimdiki gibi “çucuunuz bugün gelmedi, ikinci derste burnunu karıştırdı ve son derste offff sıkıldım diyerek iç geçirdi, bilginize” diye ebeveynlere gönderilen ispitçi smsler yok. Dershanenin aylık arpası yattıysa öğrenci umurunda değildi. Lokâlin ortacısı oldum. Çayları dağıtıyor boşları topluyorum, çöpü çıkarıyor, kim isterse aracını yıkıyorum. Sanayiden şu parça lazım diyorlar, gidip alıp geliyorum. Shaolin rahipleri sürecimi görse Buda diye taparlardı bana aga, çocuk ne azap çekmiş diye. Yaklaşık 2 ay sonra Mithat Abi; “sefere çıkmak ister misin?” dedi. İşte beklediğim soru. “Çok isterim abi“ dedim. “Ama yaşın kaç” dedi, “18 dedim”. “Yalan söyleme sikerim belanı” dedi. Sikerdi gerçekten. “Yok abi buyur kimliğim” dedim. Hazırlık okumanın faydasını bu şekilde göreceğim aklıma gelmezdi aga. Lise sonda 18 yaşındaydım. Tamam dedi Mithat Abi, “Cumartesi sabahtan yola çıkıyoruz, İznik’e Seramik götürüp, çelik alıp dönüyoruz” dedi. Allaaaaaaaaaaaaaaaah. Götüme vuran topuklarımla eve koştum.
Hafta sonu Çağrı’ların Dardanos’taki evinde kalıcam diye izin aldım bizimkilerden. Deneme sınavı falan çözeceğiz güya. Açık vermek de pek umurumda değildi. Neyi saklayacaktım ki ailemden? Şerefli bir şoför olmak istememe mi? Heheytttt. Cumartesi sabah hareket saatinin bir saat evvelinden lokalin önünde oldum. Mithat Abi gerçekten disiplinli adamdı. Tam dediği saat 06.30’da geldi. “Kahvaltı yaptın mı?” dedi, “Yaptım sana da poğaça aldım abi” dedim. “Vay keraaanacı iyi yapmışın” dedi.
Aga o tırın koltuklarında olmanın nasıl bir his olduğunu sana nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Müthiş. Tuşlar-kadranlar, sürekli tıslayan bir koltuk, geniş-ferah bir yol açısı, arka kabinin süreki“geeel geeeeel bende yat-uyu” dediği yatakları vs. Yüzümdeki sırıtışı toparlayamıyordum bir türlü. 6-7 saatte İznik’ vardık. Tek mola verdik, onda da poğaçaları ve oracıkta yarıverdiğimiz domatesleri yedik. İznik’te bir depoya malları indirdik. Mallar inerken ben müdahale edecek oldum Mithat Abi, “şoför taşımaya karışmaz-ellemez-kimse de elletemez, şoför malı getirir geçer dinlenir” dedi. Raconunu sevdiğimin şoförlüğü. Geçtik kenara oturduk. İndirme bitince de çelikleri alacağımız depoya doğru yola çıktık. Yakındı. Aracı bıraktık, deponun yakınındaki bir lokantaya girdik. Mithat Abi’yi herkes tanıyordu. Herkesle şakalaştı, küfretti falan. Soranlara da beni göstererek “bizim yeğen, o da şoför olcek” dedi. He ya, ben de olacam şoför…
Bu mutlu sürecim elbet Yeşilçam tesadüfü tadında bozulacaktı ve bozuldu. Bizim dükkan için yıllardır Manisa’dan mal çeken bir şoför abi babama beni ispiyonlamış. Kral adam len benim babam. Çekti kenara, oğlum böyle böyle doğru mu dedi? “Doğru baba, ben tır şoförü olmak istiyorum” dedim. “Peki öyle olsun, değerlendirelim ama annen şimdilik bilmesin” dedi. O an ne hissetti babam bilmiyorum. Özel okulda okudum, hocalarım yabancıydı, dersler iyiydi her şey ÖSS’de yardırmam için uygundu. Ne düşündü acep babam? Punta makinesinin arasına kafamı koyup kaynatmayı mı? Hızarla doğramayı mı bilmiyorum, ama şunu biliyorum kral adam benim babam.
Babam lokale gitmiş benimle konuştuktan sonra, demiş “ben oğlanla konuştum. Çok hevesli, ben buradan çekip alsam alt-üst olur. Sizle biraz daha takılsın bir şey belli etmeyin.” Babamla yaptığım konuşmadan sonra lokalde bir sorun olmadığını görünce eski sevincim yerine geldi. Antalya’dan yaş sebze çektik, Eskişehir ana depodan beyaz eşya çektik, Sakarya’dan tel örgü çektik. Çanakkale’den Ankara’ya soğuk zincir balık götürdük falan. Mithat Abi’den başka en az 4-5 başka şoförle daha yolculuk yaptım ve hepsinden ziyadesiyle keyif aldım. Tamamdı, şoförlükten başka seçeneğim yoktu. Bu benim kaderimdi.
2013’ün Nisan’ında babamla zımni sır tutma sözleşmemiz anamın durumdan tesadüfen haberdar olmasıyla bozuldu. Ağzımdan girdi burnumdan çıktı anam. Olmaz öyle şey, niye okudun o zaman manyak çocuk? Sen kolay mı sandın? “Ya anacım zaten 6 aydır seferlere gidiyorum” dediğimde iyice sıçıp-sıvadım. Ay bir de maharet gibi anlatıyor, ay manyak bu falan. Anam, akrabası İbrahim Abi’yle görüşmemi istedi. İbrahim Abi TR’deki en büyük tekstil firmasının ürünlerini 15 yıldır İngiltere’ye TIR ile taşıyordu. Onunla, annemin gözetiminde görüşecekmişim, anam da ikna olursa izin verecekmiş bana, plan bu aga.
İbrahim Abi’nin TR’de olduğu bir zamana denk getirip görüştük. Ben, anam, İbrahim Abi. Ortam ABD’deki avukatların bir ofiste velayet üzerindeki anlaşma görüşmeleri gibi gergin. Anam: “İbrahim, anlat şuna mesleğin zorluklarını, bir bir anlat” dedi. İbrahim abi başladı anlatmaya. Adam “evden uzak kalıyorsun” diyor, bense “ama abi döndüğünde verimli zaman geçiriyorsun” diyorum. Adam: “Yolda tek başınasın” diyor, ben “ama abi hiçbir tırcı başka bir tırcıyı yolda yardım etmeksizin bırakmaz, hepimiz aile değil miyiz?” diyorum. Adam “stresli, saatli iş diyor” ben, “abi annemin istediği avukatlık stressiz iş mi, her şey günlü-saatli avukatlıkta” diyorum. Ben konuştukça anam fitil oldu. “Ay sus köpek, biz İbrahim’i meslekten soğutsun diye çağırdık bu İbrahim’i mesleğine aşık ettirdi” dedi.
Hiç konuşmadan eve döndük. Anamın son bir silahı kalmıştı. Tüm annelerin anne olmalarından ötürü üzerlerinde taşıdıkları görünmez silah. Mother of all weapons. Onu kullanacağını biliyordum. Sadece ne zaman söyleyeceğini bilmiyordum. Ve söyledi: “Vallahi sütümü helal etmem” dedi. Çok ciddiydi. Bir şey yapamadım. “Vallahi sütümü helal etmem” cümlesindeki her kelime şarapnel oldu saplandı vücuduma.
Son bir görevim kalmıştı. Lokale gidip büyük umutlarla sarıldığım bu mesleğin erbaplarına veda etmeliydim. Kim bilir belki bir gün olurdu be? İçeri girdim. Durumu anlattım. Ağız birliği etmişçesine, belki de ağladığımı gördüklerinden teselli etmek için; “Olsun anaların sözü çiğnenmez, ana duası alınmadan iş yapılmaz” dedi hepsi. Mithat Abi ile bir vedalaşma kucaklaşmamız vardı ki aga en duygusal film sahnesi bok yemiş. Hüngür hüngür ağlarken beni bağrına basıyordu Mithat Abi. “Olsun len olsun, arada gelirsin oğlum ölmedin ya” diyordu.
Ben bir daha lokale adım atmadım aga, atamadım. Çünkü içimde bir tır şoförü var. Dışarı çıkıp yollara aduket çekmek isteyen bir tır şoförü. Şimdi ise mevzuatta yazanların hakim-savcılar tarafından uygulanmasını sağlamak için çabalayan bir ikna görevlisiyim. Ama surprise madafaka, çekici ehliyeti alıyorum şu aralar. Hobi de olsa yapıcam len. Ofisteki makam koltuğu değil, tıslayan koltuktur götümün hak ettiği. Sürçü lisanlarım kaçacak yer arar.
Ulan Rafık bize bu işe başlattın dümbük Rafık böyle güzel Rafık şöyle güzel…
Uzun yolda arac sürmekte farklı bir zevk
Hikaye ayrı dili ayrı güzel. Elinize sağlık.
Üstat şu an avukatlık stajı yapıyom sanki yazdıklarınız benim hayatım gibi tek fark benim babam tırcıydı. Tırcılarda bi laf vardır:”insanın kıçı o koltuğa değdiği zaman vazgeçemez”diye, bizimkisi de o hesap.
İleride basit bir meslek edinip paramı biriktirip çekici ve dorse alacağım. Tır şoförü olmak benimde hayalim gerçekten. Bu tır şoförlüğünü sevmemin nedeni uzun yol ve türküler. Yanınada bir sigara… Değme keyfime.
Haahhahah Dworkin hocadan buraya geleceğimi tahmin etmezdim, bugünkü hukuk felsefesi sınavım geçsin takipçiniz olacağım, sevgiler …