” 8 ay önceden rezervasyon yaptırdık tatlım, 5 gece 6 gün, 785 yıldızlı, her şey dahil, çok uyguna geldi.”
” Otel muhteşemdi ya, oda falan, havuz başı animasyonlar harikaaaaaaa.”
” Görümcem gitmiş, biz de aynı yere gittik, fotoğrafları göstermiş miydim, bak şurda 10.2 gb’lik klasör ehehehe”
Ben çok sıkıldım aga bunları görmekten ve duymaktan. Cilalı havuzların kenarında eli deklanşöre yapışmışcasına çekilmiş tüm o iğrenç fotoğraflardan ve fotoğraf sahibi fotoğrafları gösterirken yaşadığı o garip mutluluğu(!) seyretmekten ve “bak bak şu foto çok komik, burada animatör buz atıyo bize eheheh” gibisinden tüm eğlenceliklerden. Vallahi çok sıkıldım. En sevdiklerinin dahi bu tarz bir girdaba girdiğini görmekse üzücü. “Ayy gerçekten çok eğlenmişsiniz” deyip konuyu geçiştirmek en iyisi. Kırmak da olmuyor. Öffff.
“Ya kalibre, insanlar bundan zevk alıyorsa ve mutlularsa sanane?” Evet gerçekten bundan zevk alıyorsa banane len? Ama benim irdelemek istediğim bu tür paket eğlencelikleri mutlu oldukları için değil de, yapmak zorunda hissettikleri için yaptıkları.
İbadet edercesine toplu AVM ziyareti ayinleri; 1) Saygı duruşu 2) Burger King ya da Mc Donalds’tan çocuk menüsü alma 3) Çocuklar kendince eğlenirken ebeveynlerin çocukların fotoğraflarını çekip sosyal medyaya “oğluşumla, prensesimle pazar eğlencesi” etiketiyle yüklemeleri 4) Alt kata inip giyim mağazaları gezmece 5) En alt kattaki süüüüüüper marketten alışveriş 6) Otoparka iniş, günün anlamsızlığına ve önemsizliğine dair aile reisinin “ne eğlendik ama eheheh” isimli konuşması ve kapanış.
Durun gencolar, durun toplumun çekirdeği aile, durun yavrum-evladım. Bir silkelenin.
Sen Ahmet Amca, 41 yaşında 2 çocuk sahibi Ahmet Amca. Babanla kozalak toplamadın mı abi ateş yakmak için? Balığa gitmedin mi ya hu? Çadır kurmadınız mı beraber? Çadır iplerine takılıp yere kapaklanmadın mı? Dibine kadar zevk almadın mı bundan? Bir kurbağayı ilk kez gördüğünde ablak ablak bakmadın mı? Sen yere adımını vurdukça kurbağanın zıplamasına sevindirik olmadın mı? Çadırda yatarken çalılardan gelen hışırtıdan korkup babana daha sıkı sarılmadın mı? Yaptın işte bunları Ahmet Amca.
Çocuğuna neden çok görüyorsun lan bunları Ahmet Amca? Neden onu parlatılmış granitlerle süslü, klima gazı kokan, bol ledli, bol makyajlı, bol parfüm kokulu, bol suni yapılı, bol rutinli yerlerde boğuyorsun?
Çocuğuna acı be Ahmet Amca. “Şu kafanı telefon ekrandan kaldır be çocuuum, yüzünü görelim” diye höykürme ona. Ne öğrettin, ona başka eğlenme alternatifi olarak ne sundun? “Bizim oğlana da Samsung Galaxy S Ultimate Super Mega 32 aldık, gocaman ekranı var ekikiki” diye dost ortamlarında hava atan sendin. Çocuğunun ellerine, zihnine kelepçeyi sen vurdun Ahmet Amca. Eserinle övünebilirsin.
N’oluyor lan bize? En ufak eğlencemizden ekmek çıkarır olmuşuz.
“Kocişimle pazar kahvaltısı keyfi.” ( Dalyarak kocanla iyi tıkınmalar.)
” Kahve ve nargile, İstanbul çok güzel. (Dumanı tam üflerken çek kanka.)
” Alaçatı bu mevsimde çok güzel.” (Siksin seni Alaçatı’nın yerlileri be adam.)
“Kızım çok tatlı değil mi?” (Değil feryadına oturayım, değil. İleride belki çok güzel olacak ama şu an değil.)
“Allah kaza-bela vermesin, Honda hede-hödö GTI SX bilmem ne” (Şimdi malınla uzaklaş ve gözden kaybol görgüsüz.)
“Dostlarla sohbet keyfi başka…” (Gel istersen beraber fotoğraf çektirdiklerinin hakkında neler düşündüğünü sana bir ara anlatayım genç.)
Neyse mınısikim, örnek o kadar çok ki. Yazdıkça fenalık geliyor. Kendimizi önemli hissetme hastalığı bu. Önemsiz miyiz peki? Önemsiziz demiyorum. Ama abartı var bu işin içinde, ben çok mutluyumculuk var, hayatım mükemmelcilik, ailem harikacılık, dostlarım efsanecilik, hobilerim muhteşemcilik, çok zekiyimcilik, çok sosyalimcilik ve devamı.
İşte bunlar hep kapitalizmin oyunları deyip tespit sıçmayacağım lakin lütfen eğlenme anlayışımızın evrimine bakın. Eğlenmelerimizin ucu hep paraya çıkıyor. Zaten bu kadar fotoğraf, bu kadar “bakın ben eğlendimcilik”in sebebi bu. Bir dünya para bayılmışsın ve göstermek istiyorsun aga eğlendiğini, ispatlamak istiyorsun.
1000 TL verdim ve x birim eğlendim, 1500 TL verirsem x + y birim eğleneceğim o halde.
Ekranlarda, gazetelerde belirli bir tipe bindirilmiş tatil reklamlarının bu kadar dönmesinin sebebi bu. Çok mu umrundaydı ticari teşekküllerin senin ne kadar eğlendiğin?
Ve bu reklam, görsel pompalaması bizi şöyle bir alternatifsiliğe, çaresizliğe itti; paran yoksa eğlenemezsin-gezemezsin. Oysa az-çok hepimiz biliriz ki, en eğlendiğimiz zamanlar öğrencilikteki yokluk zamanlarına tekabül eder hemen hemen. Öğrenciliğimde otostopla gezdim cebimdeki sınırlı parayla. Şırnak hariç 80 il gezdim, çoğunun ilçeleri de dahil olmak üzere. Eğlendim abi, sen de eğlenebilirsin, sen de gezebilirsin. Çok basit ya hu, kurtul yüklerden babuş. Çık pazar günü pencerenden gözüken şu tepeye, yürüyüver. Bedava ya hu, al yanına termosunu, çayını biranı, ekmeğini, domatesini. Vallahi çok kolay.
Ama sıkıntı şu, çevre. Çevre bir yük bizim için. İstiyorsun ki yılda alabildiğin 15 günlük tatilde “çılgınca eğlen” di mi? Ofise döndüğünde anlat ne kadar eğlendiğini(!) ne kadar muhteşem bir yere gittiğini, ne kadar gösterişli bir yerde tatil yaptığını. Ezdirme kendini değil mi? Ofisten Burak 7 yıldızlıya gitmişse, sen 8’e git değil mi? Sonra da 15 günlük tatilinin taksitlerini bütün kış öde. İyice zorla bütçeni, iyice bunal, iyice terle, terle ki bir sonraki yazın ödemelerine hazır ol.
Offf.. Yazarken bunalıyorum billahi. Bu anlattıklarımdan ve tespitlerimden kendimi soyutlamış değilim. Ben de yapıyorum.
N’apalım peki, dostlarımızla çekilmiş bir fotoğrafı da paylaşmayalım mı? Tüm gün ahlak, hukuk, tarih üzerine yazılar mı paylaşalım. Yok, neyi paylaştığının bir önemi yok. Eğlence sonuçta. Ama sınırı az-çok anlamışsındır be abi, demek istediğimi yani. Eğlence, bilgi sahibi olma ve görgüsüzlük arasındaki çizgiyi idrak etmişsindir. Kendimizi beğendirme çabamızı, önemli hissetmeye olan açlığımızı anlatabilmişimdir sanırım.
Bu mal sevdası, bu süslü şeyler, bu kullanmadığımız ama satın aldıklarımız bizi boğuyor, boğacak, canımıza ot tıkıyor. Aslında sağlıklı yaşamak için günlük 1300 kalorilik besine ihtiyacı olan, hayvanlardan farklı olarak da estetik yönelimlere de aç olan basit varlıklarız. Bu kadar kazanmamıza, bu kadar kazanmak için bünyeyi bu kadar yormaya lüzum yok. Ama lüzumlu olduğu illüzyonunu çok sevdik.
Yine George Carlin bitirsin;
“Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var;
Daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz;
Daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz;
Daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz;
Daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz;
Daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz,
Çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz,
Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz,
Çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık. Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik. Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz. Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz. Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.”